top of page
Yazarın fotoğrafıSanem Yucesoy

Sharing Plates / Tabağı Paylaşmak

“I don’t like sharing my food.” This is a statement I have heard from people around me from time to time for the last year. This is a sentence that makes me lose my feelings and limits my future conversations with the person in front of me.

I am not talking about the subtext of “I don’t like your fork to go on my plate,” or “I have a childhood trauma, my brother always ate the last piece of meat. That’s why I can’t share.”

What I am talking about is actually and exactly is: “I want all of my food to be mine. You eat your own food.”


We can just put aside the fact that Turks used to be nomads, and forks were on our tables in the 19th century.

We say that; crowded tables in our society mean joy, conversation, pleasure, family. With all respect, my curiosity; how long has eating from your own plate and encouraging people to do this been a source of power?


Etymologically, the word meze is basically settled in the Old Turkish language (today we call it Ottoman) from the Persian word “maze” meaning “flavor”, but its closeness to the Ancient Greek word “mese” meaning “middle” has always interested me.

Meze is served in the middle and this represents the equality of status of both the person setting the table and the guest.


In societies with similar cultures, the shared meal strengthens the intimacy and conversation of the family coming together around a narrow or small table. Although this intimacy may feel like a loss of personal space for some, it strengthens the unity and integrity of family members who are far away from each other by sitting at the table throughout the day.

It is very normal to see different food cultures in different societies of any country/kingdom sharing the same table. In some regions, they say “If you eat from the middle plate, you eat from your own side” for the same plate, while in the other regions, the oldest person at the table reaches for the plate first. Let’s think about it, you will eat from the plate your toothless grandfather ate by pouring food from his mouth.

One day, my guide on a food tour in a North African country and another day a South Asian guest on my tour said, “We use three fingers when eating and don’t get our whole hands dirty.” I saw that no one around us could say that the issue here was not getting the other two fingers dirty.

When we think about biting the bread we dip into menemen (the 'shakshuka' of the Middle East), which is known in Turkey and Middle Eastern countries, and then putting the bread back into the pan, the issue is not about dipping our bread into the plate, its dipping it several times more after biting.


So eating from the same pan/pot, where “ordinary” became “acceptable” centuries ago, is now considered a violation of boundaries. How?


In hunter-gatherer societies, the answer to who would get which part of the hunt was related to who would play which role during the hunt. The habits and characteristics of societies differ due to their cultures. As for cultures, they change and develop over time due to various factors, which causes societies to acquire different habits.

When we look at today, we see in the studies conducted that working individuals have made their personal spaces more subjective over time.


While “eating” is literally defined as “feeding the stomach”, the table we sit at today to chat directly without finding it strange forms the basis of socialization. While meeting basic nutritional needs, human beings actually adopted a cultural element that spiritually satisfies them into their daily routine hundreds of years ago.


If we go back to the beginning, what is this “I don’t like sharing my food” attitude?

One word: economy.

When we go to a restaurant, if we don't have enough budget in our pockets, we share our food so that we can share the cost. Ordering more than we can eat alone is a waste of food and money; when we eat with friends, our food and the amount we pay for it will not be wasted. We can eat a lot and order a lot because we share.

But if economic reasons cause us to be so divided today, it is not because we share the cost of food.

There is a saying in Turkish; "Every sheep hangs by its own leg." Which means “each man for himself”


In every country of the world, although it is more effective in some, we become individual and distance ourselves from each other. If every job we do, every road we take, every step we take does not feed our own "id", we feel like it will not make us happy. Like a baby impatient for its basic needs to be met, our deepest selfish feelings reach their peak. Our soul and identity, affected by inflations, political ups and downs, disturbing social dynamics, make us feel that we should keep what we have to ourselves, otherwise we will lose it. We do not want to lose. We do not want to lose what belongs to us in any part of ​​life.

The source of my feelings that limit the development of my conversation with someone who says, “I don’t share my food,” and doesn’t want me to take food from their plate to mine, is not actually me questioning myself or thinking that the other person is disgusted by my fork. It is entirely my inability to find an answer to the question, “Will I stay at the table long enough to have another glass with this person I am sitting at the table with to socialize?”


Sanem Yucesoy // TABAĞI PAYLAŞMAK “Ben yemeğimi paylaşmayı sevmiyorum.” İşte bu son 1 yıldır zaman zaman çevremden duyduğum bir söz. Hislerimi kaybettiren, karşımdaki insanla gelecek süreçteki tüm sohbetimi sınırlayan bir cümle bu.

“Çatalının benim tabağıma girmesini sevmiyorum” alt metninden bahsetmiyorum, ya da “Çocukluk travmam var, kardeşim hep son kalan eti yerdi. O yüzden ben paylaşamıyorum” değil. Tam olarak bahsettiğim: “yemeğimin tamamının benim olmasını istiyorum. Sen kendi yemeğini ye.”

Türk toplumunun göçmen bir toplum olduğunu hatırlamamız gerekecek ya da çatalın 19.yüzyılda sofralarımızda yer ettiğini konuşacak kadar uzağa gitmemize gerek yok.

Deriz ki; toplumumuzda kalabalık sofralar neşe, sohbet, keyif, aile demek. Tüm saygımla merakım; ne kadar zamandır kendi tabağından yemek yemek ve insanları buna sevk etmek güç kaynağı oldu?

Etimolojik olarak meze kelimesi temelde Farsça’da “lezzet” anlamına gelen “maze” kelimesinden Eski Türk diline (bugün Osmanlıca deriz) yerleşmiştir. Bir yandan Eski Yunancadaki “orta” anlamına gelen “mese” kelimesindeki yakınlığı ile her zaman ilgimi çekmiştir.

Meze ortaya servis edilir ve bu, sofrayı kuranın da misafirin de statüsel eşitliğini temsil eder.


Benzer kültürlere sahip toplumlarda da paylaşılan yemek, ailenin dar ya da küçük bir masa etrafında bir araya gelmesi samimiyeti ve sohbeti kuvvetlendirir. Kimi için bu samimiyet, kişisel alan kaybı gibi hissettirir. Ancak gün boyu birbirinden uzak aile bireylerinin birlikte sofraya oturması birlik ve bütünlüğü güçlendirir.


Aynı sofrayı paylaşan herhangi ülkenin/krallığın farklı toplumlarında farklı yemek kültürleri görmek çok normaldir. Aynı tabak için bazı bölgelerde “Ortadaki tabaktan yiyorsan kendi tarafından yersin” derler. Bazı bölgelerde ise tabağa önce sofradaki en yaşı ileri kişi uzanır. Düşünelim, ağzından yemek dökülerek yiyen ve dişleri olmayan dedenizin yediği tabaktan yiyeceksiniz.


Bir gün Kuzey Afrika ülkesinde bir yemek turunda rehberim, bir gün de turumdaki Güney Asyalı bir misafirim şöyle demişlerdi “biz yemeği yerken üç parmağımızı kullanırız ve elimizin tamamını kirletmeyiz.” Konunun burada diğer iki parmağı kirletmek olmadığını kimsenin söyleyemediğini gördüm.

Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinde yenen menemenin (Orta Doğunun ‘shakshuka’sı) içine daldırdığımız ekmeği ısırıp tekrar tavaya sürdüğümüzü düşündüğümüzde konu yine tabağa ekmeğimizi daldırmak değildi.

Yüzyıllar önce “sıradan”ın gün geçtikçe “kabul edilebilir” hale geldiği aynı tavadan/tencereden yemek yemek günümüzde sınırların ihlali kabul ediliyor. Nasıl mı?


Avcı toplayıcı toplumlarda, avın hangi kısmını kimin alacağının cevabı, av esnasında kimin hangi rolü üstlendiği ile ilgiliydi. Toplumların alışkanlıkları ve nitelikleri, kültürleri vesilesi ile farklılık gösterir. Kültürlerinse zamanla çeşitli etkenler sebebiyle değişim ve gelişim göstermesi sonucunda toplumların farklı alışkanlıklar edinmesine sebep olur.

Günümüze baktığımız zaman, yapılan araştırmalarda çalışan bireylerin kişisel alanlarını zamanla daha öznelleştirdiğini görüyoruz.  


Halbuki “yemek” kelime anlamıyla “karın doyurma işi” olarak betimlense de, bugün yadırgamadan “sohbet etmek için” oturduğumuz sofra sosyalleşmenin temelini oluşturur. Temel beslenme ihtiyacını çözerken, onu ruhen de doyuran bir kültürel öğeyi aslında yüzlerce yıl önce günlük rutinine almış insanoğlu.


En başa dönersek, nedir bu “ben yemeğimi paylaşmayı sevmem.” tavrı?

Tek kelime: ekonomi.

Bir restorana gittiğimizde cebimizde yeteri kadar bütçemiz yoksa yemeğimizi paylaşırız ki masrafı da bölüşelim. Yiyebileceğimizden fazlasını tek başımıza sipariş etmek, yemek ve para ziyanı olur. Arkadaşlarla yediğimizde ise yemeğimiz ve ona ödediğimiz rakam çöpe gitmez. Çokça yiyip çokça sipariş verebiliriz, çünkü paylaşıyoruz.

Ama ekonomik sebepler bugün bu kadar ayrışmamıza sebep oluyorsa bunun sebebi yemek masrafını bölüşmek değil.

Türkçe’de bir atasözü vardır; “Her koyun kendi bacağından asılır.”


Dünyanın her bir ülkesinde, bazılarında daha belirgin olsa da, bireyselleşip birbirimizden uzaklaşıyoruz. Yaptığımız her iş, çıktığımız her yol, attığımız her adım kendi “id”imizi beslemiyorsa bizi mutlu etmeyecek gibi hissederiz. Temel ihtiyaçlarının karşılanması için sabırsızlanan bir bebek gibi en derin bencil duyularımız zirve yapar. Enflasyonlardan, politik iniş çıkışlardan, rahatsızlık verici toplumsal dinamiklerden etkilenen ruhumuz ve kimliğimiz bizi elimizdekini kendimize saklamayı, yoksa onu bir atom bombası etkisinde kaybedeceğimizi hissettirir. Kaybetmek istemeyiz. Bize ait olanı, yaşamın hiçbir alanında kaybetmek istemeyiz.


“Ben yemeğimi paylaşmam.” diyen ve onun tabağından kendi tabağıma yemek almamı istemeyen kişiyle sohbetimin gelişimini sınırlayan hislerimin kaynağı aslında kendimi sorgulamam ya da karşımdakinin benim çatalımdan iğrendiğini düşünmem değil. Bu tamamen “sosyalleşmek için sofraya oturduğum kişi ile bir kadeh daha içecek kadar sofrada kalacak mıyım?” sorusuna cevap bulamıyor olmam.


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page